Otobüs yolculuklarım gidiş 40 dk geliş 40 dk olmak üzere en az 80 dk sürüyor. Eğer meşhur İstanbul trafiği varsa bu süre daha da uzayabiliyor. Ben de bu zamanlarımı kitap okuyarak ya da ders çalışarak geçiriyorum. Henüz çok fazla ders işlemediğimiz için kitap okuyayım dedim ve en son aldığım kitaplardan "Kırmızı Pazartesi"yi tercih ettim. Çünkü kısa. Bugün başlar ve bitiririm diye düşündüm.
Şekli olarak incelersek kitap, Can Yayınları'ndan çıkarılmış ve İspanyolca aslından İnci Kut çevirmiş. Kitabın çevirisi, imlası başarılı.
İçerik olarak incelersek öncelikle 1982 Nobel Ödülü'nü almış bir kitap ve sonunda neden aldığını çok net anlayabiliyorsunuz. Kitap, işleneceği herkes tarafından bilinen bir cinayet öyküsünü anlatıyor. Şöyle düşünün: Siz bit kasabada yaşıyorsunuz, bu kasabada herkes birbirini tanıyor ve herkes bugün sizin öldürüleceğinizi biliyor. Buna rağmen bir tek siz bilmiyorsunuz. İşin daha da ilginç yanı katilleriniz sizin öleceğinizi bağıra bağıra söylüyor.
Kitapta iki nokta beni çok rahatsız etti ki bunlar da buram buram cinsiyetçi kokuyor.
1. "Kız kardeşim, sanki kız doğmuş gibi bir sessizlik olduğunu hissetmişti." (s.23) Benzetme kesinlikle hoşuma gitmedi. Evet bu kitap 1980lerin kitabı ama olsun. Bunun kesinlikle hoş görülemeyeceğini belirtmem gerekiyor.
2. "Maria Alejandra Cervantes, ömrümde tanıdığım en zarif, en sevecen kadındı, yatakta da en doyurucu ama aynı zamanda en sert olanıydı. Burada doğmuş, burada büyümüştü, kiralık bir sürü odası, avlusunda Paramaribo'daki Çin pazarlarından aldığı içi boş kabaktan yapılma lambalarla aydınlanan koskoca bir dans pisti olan, kapıları herkese açık bir evde, burada yaşıyordu. Benim kuşağımın bekaretini silip süpüren de o olmuştu." (s.61) Bu pasajın beni rahatsız etme sebebi ise kitabı okursanız eğer görürsünüz Angelo Vicario, evlenmeden önce bekaretini kaybettiği için evlendiği gece eşi tarafından ailesinin evine geri getiriliyor. Ama erkeklerin yapması çok normal 😒 Kahrolsun erkektir yapar anlayışı!!!
Bu konuya gelmişken şu da çok ilginç: Angelo'nun ikiz ağabeyleri Santiago'yu namus için öldürüyorlar. Ancak ölümden sonraki soruşturmada Angelo dinlendiği zaman kesinlikle hiçbir şey anlatmıyor. Ortada bir kanıt yok. Hatta çevrece olmaması için kanıtlar var. Çünkü beraber görülmemişler vs. Belki de yalan söyledi. Kim bilir? Ama en gülüncü ise halkın, ikizlerin Santiago'yu öldüreceğine ihtimal vermemesi hatta polislerin bile bir şey yapmaması. Ancak bu kadar zaafiyet olabilirdi. Ölümü bile bence trajikomikti. Ama burasını söylemem heyecanı çok kaçmasın 😁
Kitabı okurken sayfa 73'te bir dipnot var. Onu okuduğumda gerçekten çok şaşırdım: "Güney Amerika ülkelerinde Ortadoğu'dan göçen Arap kökenlilere Türk gözüyle bakılır." Yabancı kitaplarda Türklerle ilgili güzel yazılan tek bir şey görmedim desem yalan olmaz. Moliére'in "Cimri" kitabında da Türklere barbar deniliyordu. O zaman da sinirlenmiştim. O kadar sinirlenmişim ki ortaokulda kitabı okumama rağmen hala aklımda 😂😂
Sonuç olarak kitabı okurken yer yer ağzınız açık kalıyor ve inanamıyorsunuz. Bu yüzden kesinlikle herkesin okumasını tavsiye ederim.
Şekli olarak incelersek kitap, Can Yayınları'ndan çıkarılmış ve İspanyolca aslından İnci Kut çevirmiş. Kitabın çevirisi, imlası başarılı.
İçerik olarak incelersek öncelikle 1982 Nobel Ödülü'nü almış bir kitap ve sonunda neden aldığını çok net anlayabiliyorsunuz. Kitap, işleneceği herkes tarafından bilinen bir cinayet öyküsünü anlatıyor. Şöyle düşünün: Siz bit kasabada yaşıyorsunuz, bu kasabada herkes birbirini tanıyor ve herkes bugün sizin öldürüleceğinizi biliyor. Buna rağmen bir tek siz bilmiyorsunuz. İşin daha da ilginç yanı katilleriniz sizin öleceğinizi bağıra bağıra söylüyor.
Kitapta iki nokta beni çok rahatsız etti ki bunlar da buram buram cinsiyetçi kokuyor.
1. "Kız kardeşim, sanki kız doğmuş gibi bir sessizlik olduğunu hissetmişti." (s.23) Benzetme kesinlikle hoşuma gitmedi. Evet bu kitap 1980lerin kitabı ama olsun. Bunun kesinlikle hoş görülemeyeceğini belirtmem gerekiyor.
2. "Maria Alejandra Cervantes, ömrümde tanıdığım en zarif, en sevecen kadındı, yatakta da en doyurucu ama aynı zamanda en sert olanıydı. Burada doğmuş, burada büyümüştü, kiralık bir sürü odası, avlusunda Paramaribo'daki Çin pazarlarından aldığı içi boş kabaktan yapılma lambalarla aydınlanan koskoca bir dans pisti olan, kapıları herkese açık bir evde, burada yaşıyordu. Benim kuşağımın bekaretini silip süpüren de o olmuştu." (s.61) Bu pasajın beni rahatsız etme sebebi ise kitabı okursanız eğer görürsünüz Angelo Vicario, evlenmeden önce bekaretini kaybettiği için evlendiği gece eşi tarafından ailesinin evine geri getiriliyor. Ama erkeklerin yapması çok normal 😒 Kahrolsun erkektir yapar anlayışı!!!
Bu konuya gelmişken şu da çok ilginç: Angelo'nun ikiz ağabeyleri Santiago'yu namus için öldürüyorlar. Ancak ölümden sonraki soruşturmada Angelo dinlendiği zaman kesinlikle hiçbir şey anlatmıyor. Ortada bir kanıt yok. Hatta çevrece olmaması için kanıtlar var. Çünkü beraber görülmemişler vs. Belki de yalan söyledi. Kim bilir? Ama en gülüncü ise halkın, ikizlerin Santiago'yu öldüreceğine ihtimal vermemesi hatta polislerin bile bir şey yapmaması. Ancak bu kadar zaafiyet olabilirdi. Ölümü bile bence trajikomikti. Ama burasını söylemem heyecanı çok kaçmasın 😁
Kitabı okurken sayfa 73'te bir dipnot var. Onu okuduğumda gerçekten çok şaşırdım: "Güney Amerika ülkelerinde Ortadoğu'dan göçen Arap kökenlilere Türk gözüyle bakılır." Yabancı kitaplarda Türklerle ilgili güzel yazılan tek bir şey görmedim desem yalan olmaz. Moliére'in "Cimri" kitabında da Türklere barbar deniliyordu. O zaman da sinirlenmiştim. O kadar sinirlenmişim ki ortaokulda kitabı okumama rağmen hala aklımda 😂😂
Sonuç olarak kitabı okurken yer yer ağzınız açık kalıyor ve inanamıyorsunuz. Bu yüzden kesinlikle herkesin okumasını tavsiye ederim.
Yorumlar
Yorum Gönder