Yıl 2013, ben o zamanlar lise 3'teyim. Bir arkadaşım bana Stefan Zweig'ın "Satranç" kitabını önerdi. Ben de dedim hadi alayım. İncecik bir kitaptı, aldığım gün bitti ve ben hayran kaldım.
İşte Stefan Zweig'la tanışmam bu şekilde oldu. Şimdi kader bizi 2016'da tekrar buluşturdu. Kitap siparişi verecektim. Baktım çok satanlarda bu var. Bookstagramlarda çok görüyordum. İş Bankası Yay. sağ olsun yine mükemmel bir kapak hazırlamışlar. Ucuzdu da koydum sepete, aldım ve hiç mi hiç pişman değilim.
62 sayfalık bir kitap insanı bu kadar etkiler mi? Evet, etkiler. Sabah otobüste başladım ve o gün bitirdim.
Gelelim kitaba. Bu kitabı bu kadar başarılı yapan ne? Bence erkek bir yazarın kadın psikolojisini, düşüncelerini, hislerini çok net bir şekilde anlamış ve bunu bize güzel bir şekilde aktarmış olmasıdır. Kitap sizi öyle bir içine çekiyor ki kendinizi kadının yerine koyup, onunla heyecanlanıp onunla üzülüyorsunuz. Kitabın sonunda düşündüğünüz şey şu oluyor: "Vay be ne aşkmış! Acaba böyle seven gerçekten var mı?" Bence yok. Bu da naçizane benim fikrim. Ama şu bir gerçek ki hak etmeyen erkekler hep böyle seviliyorlar. Bu da kaderin bir cilvesi olmalı.
Yazarı bu kadar övdük. Çevirmeni de unutmamak lazım. Çünkü bir kitabı anadilinden çevirip de bu kadar etkileyici anlatmak kolay iş değil. Bu yüzden de Ahmet Cemal'e teşekkürler.
Kitap R'nin mektubu açmasıyla başlıyor. Erkeğin ismi R. olarak geçiyor ve kendisi tanınmış bir roman yazarı. Kadının ismi yok.
Mektubun girişi ise çok çarpıcı "Sana, beni asla tanımamış olan sana"
Kitabın tamamı mektuptan oluşuyor ve bu mektupta çocuğunu yeni kaybetmiş acılı bir annenin ve aşık bir kadının feryadını dinliyoruz aslında. Onu hiç görmediği için sitem ediyor.
Kitapta beni etkileyen iki yeri yazıp yazımı sonlandırıyorum.
"Görüyor musun sevgilim, işte bu yüzden çok mutlu olmuştum senden bir çocuğum olacağını anladığımda, bunu o yüzden senden saklamıştım: çünkü şimdi artık benden kaçamazdın."
"R., mektubu titreyen ellerinden bıraktı. Daha sonra uzun süre düşündü. Kafasında bir komşu çocuğuna ait, bir genç kıza ait, gece kulübündeki genç kadına ait bazı karışık hatıralar belirdi, ama bu, tıpkı akarsuyun zeminindeki bir taşın parıldaması ve herhangi bir biçimden yoksun olarak titremesi gibi, bulanık ve karmakarışık bir hatırlama haliydi. Adam, duyguya ait hatıraların varlığını hissediyor, ama onları yine de hatırlayamıyordu. Sanki bütün bu kişileri rüyada görmüş gibiydi, sık sık görmüştü onları, ama sadece bir rüya görme haliydi.
O sırada bakışları önünde, yazı masasının üstünde duran mavi vazoya takıldı. Vazo boştu, yıllardan beri bir yaş gününde ilk defa boştu. Korktu: sanki birdenbire bir kapı görünmeksizin açılmıştı ve başka bir dünyadan gelen soğuk bir esinti, sakin odasına akıyordu. R., bir ölümü ve ölümsüz aşkı hissetti: ruhunda sanki bir kabuk kırıldı ve adam görünmeyeni, uzaklardaki bir müziği hatırlarcasına, cisimsellikten yoksun ve tutkuyla düşündü."
İşte Stefan Zweig'la tanışmam bu şekilde oldu. Şimdi kader bizi 2016'da tekrar buluşturdu. Kitap siparişi verecektim. Baktım çok satanlarda bu var. Bookstagramlarda çok görüyordum. İş Bankası Yay. sağ olsun yine mükemmel bir kapak hazırlamışlar. Ucuzdu da koydum sepete, aldım ve hiç mi hiç pişman değilim.
62 sayfalık bir kitap insanı bu kadar etkiler mi? Evet, etkiler. Sabah otobüste başladım ve o gün bitirdim.
Gelelim kitaba. Bu kitabı bu kadar başarılı yapan ne? Bence erkek bir yazarın kadın psikolojisini, düşüncelerini, hislerini çok net bir şekilde anlamış ve bunu bize güzel bir şekilde aktarmış olmasıdır. Kitap sizi öyle bir içine çekiyor ki kendinizi kadının yerine koyup, onunla heyecanlanıp onunla üzülüyorsunuz. Kitabın sonunda düşündüğünüz şey şu oluyor: "Vay be ne aşkmış! Acaba böyle seven gerçekten var mı?" Bence yok. Bu da naçizane benim fikrim. Ama şu bir gerçek ki hak etmeyen erkekler hep böyle seviliyorlar. Bu da kaderin bir cilvesi olmalı.
Yazarı bu kadar övdük. Çevirmeni de unutmamak lazım. Çünkü bir kitabı anadilinden çevirip de bu kadar etkileyici anlatmak kolay iş değil. Bu yüzden de Ahmet Cemal'e teşekkürler.
Kitap R'nin mektubu açmasıyla başlıyor. Erkeğin ismi R. olarak geçiyor ve kendisi tanınmış bir roman yazarı. Kadının ismi yok.
Mektubun girişi ise çok çarpıcı "Sana, beni asla tanımamış olan sana"
Kitabın tamamı mektuptan oluşuyor ve bu mektupta çocuğunu yeni kaybetmiş acılı bir annenin ve aşık bir kadının feryadını dinliyoruz aslında. Onu hiç görmediği için sitem ediyor.
Kitapta beni etkileyen iki yeri yazıp yazımı sonlandırıyorum.
"Görüyor musun sevgilim, işte bu yüzden çok mutlu olmuştum senden bir çocuğum olacağını anladığımda, bunu o yüzden senden saklamıştım: çünkü şimdi artık benden kaçamazdın."
"R., mektubu titreyen ellerinden bıraktı. Daha sonra uzun süre düşündü. Kafasında bir komşu çocuğuna ait, bir genç kıza ait, gece kulübündeki genç kadına ait bazı karışık hatıralar belirdi, ama bu, tıpkı akarsuyun zeminindeki bir taşın parıldaması ve herhangi bir biçimden yoksun olarak titremesi gibi, bulanık ve karmakarışık bir hatırlama haliydi. Adam, duyguya ait hatıraların varlığını hissediyor, ama onları yine de hatırlayamıyordu. Sanki bütün bu kişileri rüyada görmüş gibiydi, sık sık görmüştü onları, ama sadece bir rüya görme haliydi.
O sırada bakışları önünde, yazı masasının üstünde duran mavi vazoya takıldı. Vazo boştu, yıllardan beri bir yaş gününde ilk defa boştu. Korktu: sanki birdenbire bir kapı görünmeksizin açılmıştı ve başka bir dünyadan gelen soğuk bir esinti, sakin odasına akıyordu. R., bir ölümü ve ölümsüz aşkı hissetti: ruhunda sanki bir kabuk kırıldı ve adam görünmeyeni, uzaklardaki bir müziği hatırlarcasına, cisimsellikten yoksun ve tutkuyla düşündü."
Yorumlar
Yorum Gönder